ANA SAYFA       ROMANDAN ALINTILAR

 

ORG ve Tora Bora

İÇ DÜNYAYA ERİŞİM

 

MİSTİK DÜNYA

 

Edebiyat-Kitap-Roman-Anı

Eminim ki bardakilerin hepsi İstanbullu değildi; kiminde poyraz, kiminde lodos esintisi var, kimi karayelden fırtına şeklinde kimi keşişlemeden geliyor. Yıldızdan ve gündoğusundan ışıldayarak parlak umutlarla ortalığı silip süpürmek için gelenler de var…  Burada esinlenmeyenlerden kıbleden üflenenlere gelince; onlar Beyoğlu'nu Beylerbeyi'ni peşinden sürüklüyor, Avcılar'ı takmadan Moda'yı altüst ediyor.
Aniden kulakları çınlatan büyük bir gürültüyle herkes gibi ben de ayağa fırlamıştım. Çığlık çığlığa sağa sola koşuşturanlardan kimi oraya buraya çarpıyor, kafama asma tavandan kopan parçacıklar yağıyordu. Şaşkın bir vaziyette arkama bakmıştım. Hemen arkamdaki masa boş, onun arkasındaki masanın mermer levhası paramparça olmuş ve masa başında dikilen bir adam sanki elinde bomba patlayan sessiz film kahramanı Charlie Chaplin gibi elbiseleri parçalanmış halde bana bakıyordu; göz göze gelmiştik. Birden karnından kanların bo¬şaldığını ve karnının parçalanmış olduğunu fark ettim.Dışarısı hafif yağışlı, esen lodos denizi kabartıyor, güneyden gelen koca dalgalar yüze indirilen birer şamar gibi ardı ardına sahile çarparken bizler yüzümüzü bir bara çevirdik. O cansız kaya parçaları kim bilir daha kaç medeniyetin bakışlarını üzerinde toplayacak ve sonra yansıtacak; bir zaman aynası gibi. Küçükken bazen kayalara bakınca onları gözlerimle birer insan veya hayvan şeklinde biçimlendirmeye çalışıyor ve onları görüyordum, küçücük bir bakış koca kayaları şekillendirmeye yetiyordu. Ertesi gün öğlen köyden çıkıp bu kez başka yöne doğru küçük bir patika yolu izleyerek yürüdüm, sonra patikayı terk edip dağlara yöneldim. Kimsenin beni göremeyeceği, bağırdığım zaman kimselerin duyamayacağı yerlere doğru ilerledim. Bir hayli, yarım saatten fazla yürüyerek bir uçurumun kenarına geldim. Aşağıdaki vadiden bir dere akıyor, vadinin diğer yanı yine sarp kayalık. Kuşların bile uçmadığını görünce haykırmaya başladım, avazım çıktığı kadar, isyan edercesine bağırıyorum, istediğim her şeyi bağırarak söylüyorum ve beni kimse duymuyor, Tanrı’dan başka.Bir hafta önce gördüğüm rüyayı hatırladım. Rüya defterini açıp o günkü notumu tekrar okudum, rüyamdaki sarı pantolonlu kız çocuğunu merak ediyorum; verilmiş sadakası varmış. «…Aşağıdan, bodrumdan sesler işitip oraya doğru gidiyorum. Merdivenlerden indikçe etraf daha da kararıyor ve gelen ses daha da netleşiyor. Bu bir müzik sesi. Müzik nereden geliyor diye etrafı araştırırken orada bir mezar olduğunu görüyor, gittikçe yaklaşıyorum, müzikal sesler mezardan geliyor.»Düz patika yoldan ırmak boyunca kasabaya doğru ilerlemeye başladık. Karanlık iyice çökmüştü ve hafif kar yağışı altında üç saatlik daha yolumuz vardı. Ancak kar beyazı yeterli görüş mesafesi sağlıyor, kurtların kokusunu alan Cingöz arada bir hırlayıp huysuzlaşarak onların yakınlarda olduğunu bize bildiriyordu. Bir süre sonra nihayet göründüler, bizi izliyorlar.Bu akşam beste yapma, geceleyin piyanonun tuşlarına hafif ve okşarcasına dokunarak besteyi müziğe dönüştürme sırası bende; önce ruhları derinliğine kadar etkileyecek, tüyleri diken diken edecek hafif, sonra başları döndürüp sallayacak, vücutlara kıvraklık getirecek çılgın bir müzik. Elimi çenesine götürüp başını bana doğru biraz daha kaldırırken kahkahayı kesmiş, kahkahanın getirdiği yorgunlukla derinden soluyarak hafifçe gülüyor, benim başım da içindeki bin bir çeşit düşünceleri tek bir odakta toplayarak ona doğru yavaşça eğiliyordu. Bir anda dudaklarımız birleşmiş, kahkaha ve gülmenin yerini ani bir sessizlik almış, teypteki müzik bile durmuştu. Onlar mutlaka birilerine kötülük etmeliydiler, çok sayıda başka insanlar gibi. Acaba böylesi insanların içi niçin kötülüklerle dolu! Zayıf insanlar kötülük yaparak mı kendilerini kanıtlamak istiyor? Belki de kötülük onların yiyecek ve içecekleri, onlar için bir gıda. İllaki bir kötülük yapacak ve bununla kanlarını besleyecekler, aksi takdirde kansızlıktan veya gıdasızlıktan ölür bunlar.«…Yanımda oturan bayanı gördünüz mü? Konuştuğum bayanı gördünüz mü?” diye soruyorum. Bana; “Yanında kimse yoktu ki! Sen kendi kendine konuşuyordun,” dediler. “Hayır! Yanımda Silvia vardı, ölmüştü, onunla konuşuyordum, hatta ona dokundum,” diyorum.»Köylü kızlarını bilirim, tabiatın güzelliğini yansıtırlar, kanları da yayla havasıyla temizlenir. Dağlardan kıvrılarak akıp gelen bir içim su gibidir onlar. Bazı olayları kara kutular aydınlatıyor; onlar gecelerin radyolarıBay Mayer rüyamda “Etrafta temizlik yap” demişti, yine rüyalardaki gibi yılbaşı hazırlığı yapıldı ve “start”a basıyorum. Öte tarafa gitmemekte ısrar eden bazı ruhların sebepleri olsa gerek, hele söz konusu henüz bebekliğine bile doyamamış bir canlının ruhuysa. «...Bir tabur Amerikan askeri yürüyüşte, başka silahlı askerler onları koruyor. Silahlı korumalardan biri yanıma gelip benimle konuşuyor, Türkçe konuşuyor. Ona Türk olduğumu söylediğimde Türk’e benzemediğimi ve inanmadığını belirtiyor. “Afganistan’dan geliyorum,” diyorum. Saati soruyor, on iki olduğunu söylüyorum, sonra; “Halen Afganistan yerel saati, Türkiye saatine ayarlamayı unutmuşum,” diyorum.» İlhan sınırı çizdi. Dördüncü radyo kontrolde, beşincisi yok. Her yörenin radyosu ayrı dilden çalıyor. Herkes yayınların kanallarını kendisine göre ayarlıyor veya sadece kendine uygun olan yayını dinliyor da diyemeyeceğim; zira çoğu kimseler dinlediği yayını kendi kılıfına uydurup radyonun ayarını değiştirmeye çalışıyor ve radyoyu bozuyor.